Dünya Kudüs Günü İsimlendirmesinin Stratejik Derinliği


Dünya Kudüs Günü İsimlendirmesinin Stratejik Derinliği

"İslam İnkılâbı’nın zafere ulaşmasından yıllar önce Filistin halkına destek veren ve Kudüs’ün savunulması için her türlü işbirliğine hazır olduğunu ilan eden İmam Humeyni, İslam İnkılâbı’ndan sonra Siyonist rejimle ilişki kurulmasına karşı çıkarak İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasını bu rejime muhalefet ve direnişe destek olarak belirledi."

Tesnim Haber Ajansı - Bütün dünya halklarının adına aşina olduğu Filistin; Asya'da, Akdeniz kıyısında yer alır. Filistin'in turistik cazibe merkezlerine sahip olan Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır'la ortak sınırları vardır.

Tarihsel açıdan, merkezi Beytü'l-Mukaddes olan Filistin'in nüfusunun çoğunlu Arapça konuşur. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizlerin hâkimiyetine giren Filistin'in adı, bu tarihten itibaren ülke içinde meydana gelen gelişmelerin de etkisiyle dünya çapında şöhret bulmuştur.

2 Kasım 1917'de, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, İngiltere Siyonist Federasyonu Başkanı Lord Mayer Amschel Rothschild'e yazdığı sonraları Balfour Bildirisi olarak bilinen mektupta İngiltere'nin Filistin'de Siyonist Yahudilere ait bir devletin kurulması fikriyle muvafık olduğunu bildirdi.

Bu girişimin ardından, Siyonist Yahudilerin Filistin'e göçü başladı. Birinci ve ikinci dünya savaşları arasında Filistin'de yaşayan Yahudi nüfusu 70 binden 450 bine ulaştı. 1948 yılında ülkenin büyük bölümü Filistin'de yaşayan Siyonist Yahudilerin işgaline uğradı ve bu işgal, İsrail devletinin kurulmasıyla sonuçlandı. Nitekim Filistin'in işgali, bir süre Araplar ile İsrail arasında tartışmalar yaşanmasına ve o tarihten bugüne değin birçok savaşın ve çatışmanın çıkmasına neden oldu. Bugün hâlâ Filistinli silahlı gruplar ile İsrail askerleri arasında çatışmalar yaşanmaktadır.

Bu bağlamda, bu girişimle birlikte Müslümanların ilk kıblesi olan Beytü'l-Mukaddes de Siyonistlerin egemenliğine girmiş oldu. Siyonistler bu bölgeyi kutsal mekân kabul ettiklerinden adını Jerusalem olarak değiştirdiler. Arap ülkeleri 1948, 1956, 1967 ve 1973 yıllarında Filistin topraklarını geri almak amacıyla İsrail ordusuyla savaştılar. Hiçbiri zaferle sonuçlanmayan bu savaşların ardından kimi Arap ülkeleri, Siyonist rejime dostluk eli uzatıp ilişkilerini normalleştirme kararı aldı. Bu zaman zarfında Filistin halkının anayurtlarını geri alma mücadelesinde yalnız ve hamisiz kaldığı söylenebilir.

1979 yılında dünya tarihi ve Filistin meselesi açısından büyük bir gelişme yaşandı. İmam Humeyni'nin önderliğinde, gasıp Siyonist rejime ve dünya emperyalizmine kafa tutmanın sonucunda ortaya çıkan İslam İnkılâbı hareketi zafere ulaştı.

İslam İnkılâbı'nın zafere ulaşmasından yıllar önce Filistin halkına destek veren ve Kudüs'ün savunulması için her türlü işbirliğine hazır olduğunu ilan eden İmam Humeyni, İslam İnkılâbı'ndan sonra Siyonist rejimle ilişki kurulmasına karşı çıkarak İslam Cumhuriyeti'nin dış politikasını Siyonist rejime muhalefet ve Filistin halkının direnişine destek olarak belirledi. 16 Mordad 1358'de (7 Ağustos 1979) dünya Müslümanlarına hitaben kaleme aldığı mektupta İsrail'in İslam için bir tehlike olduğunu hatırlattı ve onları mübarek Ramazan ayının son cumasında Filistin halkıyla birlik ve beraberliklerini göstermeye çağırdı. Bu tarihten itibaren Ramazan ayının son Cuma günü Kudüs Günü olarak anılmakta ve dünyanın her yerindeki Müslümanlar sokak gösterileri düzenleyerek Filistin halkıyla beraber olduklarını göstermektedirler.

İmam Humeyni'nin Filistin meselesini gündeme taşıması, bu meseleyi İslam Cumhuriyeti'nin dış politikasının bir kriteri yapması ve ayrıca Müslümanların dünya genelinde Kudüs'ün özgürlüğü için çaba göstermelerinin lüzumu, insanî yardımlaşma, Müslümanın elinden tutma ve İslam'ı savunma ideolojisinin yanında İslam Cumhuriyeti'nin kurucusunun, Filistin meselesinin İslam dünyası açısından milli ve uluslararası menfaatler boyutunda jeopolitik ve stratejik önemini hatırlatmasıdır.

Ortadoğu'nun konumu ve potansiyelleri ile bölgenin geçmişi, evrensel güçler açısından egemenliklerini artırmaları için oldukça önemlidir. Batılı sultacı devletlerin ne şekilde olursa olsun bu bölgede bir etki alanı oluşturmaları, böylelikle çıkarlarını korumaları gerekiyordu. Nitekim sultacılığın sebatının ve ilerlemesinin en önemli araçlarından biri bölge devletlerinin egemen güçlerle birlikte çalışmasıdır.

Siyonizm, düşünsel olarak semavî bir din olan Yahudilikten ayrılmış sapkın bir fırkadır. Siyonizm ve onun ürünü olan İsrail, Ortadoğu'yu boyunduruk altına alıp Müslümanların vahdet safları arasına tefrika sokmak isteyen sömürü güçlerinin icadıdır. İmam Humeyni bu konuda şöyle der: “İsrail, Batılı ve Doğulu emperyalist devletlerin düşünce birliğinin bir ürünüdür. Müslüman milletleri sindirmek ve sömürmek için ortaya çıkarılmıştır. Bugün bütün emperyalist güçler tarafından desteklenmektedir. İngiltere ve Amerika, İsrail'i askerî ve siyasî sahada güçlendirip eline öldürücü silahlar vererek onu Araplara ve Müslümanlara karşı art arda saldırılarda bulunmaya kışkırtmaktadır.”[1]

Müslümanların bilhassa Ortadoğu'daki vahdeti, küresel emperyalizmin halklara baskı uygulama ve bölgesel zenginlikleri yağmalama projesini suya düşürmüştür. Bununla birlikte Müslümanlar arasındaki düşünce ayrılıkları ve tefrika sultacıların önünü açmaktadır. Nitekim İsrail'in bölgedeki varlığı ve Siyonizmin İslam dünyasına zorla kabullendirilmeye çalışılması, Müslümanlar arasında bir tefrika sebebi olmakta ve Filistin meselesindeki görüş ayrılığı Siyonist “tefrika çıkar ve yönet” sloganını uygulanabilir hale getirmektedir. Bu asla olmaması gereken bir olguydu, ama ne yazık ki yıllardır İslam dünyasının yakasını bırakmayan bir gerçektir.

Elbette sapkın Siyonist düşüncenin etkisi bu kadarla sınırlı kalmamaktadır; uzun vadede İslam düşüncesini ve Allah'ın yeryüzündeki en kâmil dinini ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Bu düşünce görünüşte yalnızca İslam dünyası açısından tehlikeli görülebilir, ancak daha derinlere inildiğinde tehlikenin bütün dinleri ve halkları tehdit ettiği anlaşılmaktadır. Bu düşünce tarzı evrenseldir. Amaç, bütün dünya halkları üzerinde egemenlik kurmaktır. Başını Amerika'nın çektiği Batı'nın sert ve yumuşak bütün saldırılarının ardında Siyonist lobinin nüfuzu göze çarpmaktadır. İsrail kurulduğundan beri Siyonizm, Müslüman ve gayrimüslim birçok devleti kukla haline getirdi. Birçok ülke yönetimi, halklar değil, korku yüzünden, hayatlarını idame ettirmek için bu düşünceyi kabul etmek zorunda kaldı.

Bu meyanda kurulduğu andan itibaren Siyonizmin ve onun gayrimeşru çocuğu İsrail'in yalan propagandalarına ve sözde gücüne aldırmadan yoluna devam eden yalnızca İran İslam İnkılâbı oldu. İslam Cumhuriyeti, güçlü bir biçimde, İsrail'le mücadele edip onu ortadan kaldırmaktan söz ederek dünya halklarına örnek oldu.

Bu çerçevede, İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni'nin stratejik bir girişimde bulunup Siyonizmle mücadele eden Filistin halkıyla gönül birliği yapmak için Dünya Kudüs Günü'nü ilan etmekteki amacı yalnızca Kudüs'ü özgürleştirmek değildi; doğrudan kalbini hedef alarak bütün İslam ülkelerini uluslararası Siyonizmin şerrinden kurtarmayı amaçladı. İmam Humeyni bu konuda şöyle der: “Kudüs Günü evrensel bir gündür. Yalnızca Kudüs'e özgü bir gün değildir. Mustazafların müstekbirlerle karşılaştığı gündür... Bütün halklar kıyam etsin ve bu fesad pisliğini çöpe atsın... Himmet edip Kudüs'ü kurtarma günüdür. Kudüs günü İslam günüdür; İslam'ı ihya etmemiz gereken gündür. İslam ahkâmının İslam ülkelerinde uygulanması günüdür. Kudüs günü, hakkın batıldan ayrıldığı gündür...” [2]

Kudüs günü sayesinde her yıl Siyonizmle mücadele ruhu ihya edilmekte, Müslümanlara bu tehlikenin boyutları hatırlatılmakta ve emperyalist güçlere karşı direnişin damarlarına taze kan verilmektedir.

Buna göre Müslümanların ilk kıblesi olan Beytü'l-Mukaddes'i özgürleştirmek için çaba gösterip Filistin topraklarını işgal edenlerle mücadele etmek ve Müslüman halkların haklarını savunmak, iradesini Allah'ın iradesine teslim etmiş her özgür insanın şerî ve insanî vazifesidir. Kuşkusuz İmam Humeyni Kudüs günü isimlendirmesiyle öncelikle Müslümanların ilk kıblesi olan Beytü'l-Mukaddes'in özgürlüğüne kavuşturulmasını, insan haklarının savunulmasını ve zulümle mücadele etmeyi amaçlamıştır. Ancak bu birincil amacın ardında birtakım jeopolitik ve stratejik amaçlar gizlidir. Bu amaçların en önemlileri şunladır:

-  İslamî ilkeleri ve değerleri savunma uğruna cihad ve şehadet ruhunu ihya etmek,

-  Müslümanların vahdetini güçlendirmek ve düşmanın tefrika girişimlerinin önünü almak,

-  Toprağı ve vatanı savunma düşüncesini ihya edip bu uğurda candan geçmek,

-  Siyonizm tehlikesini Müslüman ve gayrimüslim halklara sürekli hatırlatmak,

-  Dünya halklarının zihinlerinde oluşan küresel emperyalizmin sözde gücünü kırmak,

-  Dünya halklarının uyanmalarını ve İsrail'le barış yapan zalim hükümetler karşısında sessiz kalmamalarını sağlamak,

-  Öz İslam düşüncesini yaymak ve dünya halklarına özgürlük ruhu aşılamak,

-  Zalim devletlerin meşruiyetten ve halk desteğinden yoksun olduklarını göstermek,

-  İslam İnkılâbı'nın düşüncesini, ilkelerini ve değerlerini yaymak ve dünya halklarına başarılı devlet idaresi modeli sunmak.

Küresel emperyalizmle ve Siyonizmle mücadele ruhu, üzerinden 37 yıl geçmesine karşın İslam İnkılâbı'nda geçmiştekinden çok daha canlıdır. Bugün İran İslam İnkılâbı'ndan aldıkları ilhamla İslam dünyasının dört bir yanında kıyam eden halklar zalim yönetimlere karşı mücadele etmektedir. Yalnızca kendi yöneticilerine güvenlik şeridi dahi bırakmamakla kalmamış, gasıp İsrail'e de yok olma tehlikesiyle her zamankinden daha fazla karşı karşıya olduğunu hatırlatmışlardır. Öyle ki bugün Amerika Ortadoğu Araştırmaları Merkezi İsrail'in sonunun geldiğinden söz etmektedir. Adı geçen merkez bir raporunda şöyle demektedir: “2025 yılında İsrail varlığına son verecek. Tarihî vatanı terk edip önceki yaşam alanlarına dönmek İsrailler açısından kaçınılmaz bir süreçtir. 500 binden fazla Afrikalı Yahudi gelecek on yıl içinde kara kıtaya dönme planı yapmaktadır. Bir milyondan fazla Rus ve on binlerce Avrupalı önceki ikamet mahallerine geri dönmeye hazırdır. İsrail'e komşu ülkelerde yükselen milliyetçilik dalgası ve her şeyden daha önemlisi Mısır'daki İslamcılık patlaması, İsrail halkını gelecek kaygısına sürüklemiştir. İsrailliler doğup büyüdükleri ülkelere ilgi gösteriyorlar. Çok kısa sürede İsrail'in sonunun geleceğini gösteren ciddi araştırmalar var…”[3]

[1] Sahife-i Nur, c. 1, s. 186.

[2] Sahife-i Nur, c. 10, s. 113, 119.

[3] Rusya'nın Sesi, erişim tarihi: 27.07.2012

 

Meysem Mirzayi Tebar / Raja News

Çeviren: Medya Şafak

En Önemli Alıntı Haberler Haberler
En Çok Okunan Haberler