S. Arabistan Ve BAE İlişkileri Göründüğü Gibi Mi?


S. Arabistan Ve BAE İlişkileri Göründüğü Gibi Mi?

S. Arabistan ve BAE, birçok ortak stratejik çıkarlara sahip olsalar da Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri içindeki dinamiklere daha yakından bakış, Riyad ile Abu abi arasındaki ittifakın hiç de göründüğü gibi olmadığını, içinde önemli kırılgan noktalar barındıran bir işbirliği olduğunu bizlere göstermekte.

Tesnim Haber Ajansı - S. Arabistan ve BAE, birçok ortak stratejik çıkarlara sahip olsalar da Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri içindeki dinamiklere daha yakından bakış, Riyad ile Abu abi arasındaki ittifakın hiç de göründüğü gibi olmadığını,  içinde önemli kırılgan noktalar barındıran bir işbirliği olduğunu bizlere göstermekte.

Şimdilik işler yolunda gibi görüldüğünden aradaki gerginlik ve anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmasına izin verilmiyor ancak Yemen’de taraflar arasındaki sorunların yanı sıra her geçen gün daha da belirginleşen olaylara ilişkin köklü farklılıklar, her iki ülkeyi yakın bir zamanda karşı karşıya getirebilir. Son birkaç ay boyunca S. Arabistan ve BAE, Yemen’de birbirine rakip vekil güçleri destekledi ve Suriye savaşıyla ilgili de birbiriyle çelişik yaklaşımlar benimsediler. 

Geçmişte ciddi sorunlar yaşamış olan iki ülke arasındaki ilişkiler, tamamen iki veliahd Muhammed bin Selman’la Muhammed bin Zayed arasındaki bireysel ilişkiler sayesinde gelişme göstermişti. Ancak öyle görünüyor ki egosu şişkin, kendilerinde takdir ve tahmin edilmesi imkansız yetenekler vehmeden bu iki genç prensin macera tutkuları, bir süre sonra tarafların birbirine düşmesiyle sonuçlanabilir. Toplumsal dinamikleri gözetmeden, tamamen para ve güçle ülkeleri şekillendirebileceğini düşünen bu Körfez Şeyhliklerinin yönetici kesimine mahsus söz konusu algı biçiminin, komşu ülkelere felaket getirmesinin yanı sıra kendi ülkelerindeki krizleri tetiklemesi de kaçınılmaz görünüyor.  

Öncelikli olarak bir hegemonya mücadelesi olarak okunabilecek olan S. Arabistan-Katar anlaşmazlığının tersine, Suud ile BAE arasındaki anlaşmazlık, rekabet halindeki stratejik vizyonlarla açıklanabilir. Her iki ülke de mevcut askeri güçlerini, hayallerindeki bölgesel düzeni şekillendirmek için kullanmakta ve tek taraflı diplomatik inisiyatiflerini bu amaçla devreye sokmaktalar.

Katar Al Sani ailesinden Şeyh Abdullah’ın Abu Dabi’de alıkonulması, Lübnan Başbakanı Sad Hariri’nin Riyad’da benzeri bir muameleye maruz kalması, Mahmut Abbas üzerinde baskı kurarak Filistin meselesini hayal ettikleri tarzda bir çözüme kavuşturma çabaları, Katar’a yönelik tek taraflı abluka ve BAE’nin Türkiye’deki 15 Temmuz darbesine desteği…Tüm bunlar, Körfez ülkelerinin macera tutkusu ve bölgeyi tek taraflı insiyatifleriyle şekillendirme isteklerinin bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştır.

S. Arabistan’ın dış politikası, Ortadoğu’daki çatışmalara mezhep gözlüğünden bakması ve olayları bu eksende okumasından kaynaklanmakta. Ona göre S. Arabistan’ın karşı karşıya kaldığı sorunlar büyük ölçüde onun Sünni kimliğinden kaynaklanırken, bu sorunların büyük bir bölümünün arkasında da İran ve Şii kimliği yatıyor. Tabii meselelere bu açıdan bakınca İran ve Şiilik, tamamen yok edilmesi ya da marjinalize edilmesi gereken bir mesele olarak karşısında duruyor.

Ancak şunu ifade etmek gerekir ki, Körfez ülkelerinin bölgesel düzeni kuranlarla yakın ilişkisi ya da komşu ülkelerdeki İslami, milliyetçi ya da anti-emperyalist uyanışlara karşı Batılı ülkelerle işbirliğine gitmesi yeni bir olgu değil. 50’li yıllardan itibaren Mısır başta olmak üzere bağımsızlıklarını yeni kazanan ülkelerde başlayan, giderek Arap ülkelerini etkisi altına alan anti-emperyalist uyanışı kendisine tehdit olarak gördüğü için darbeleri finanse etmek başta olmak üzere her tür önlemi alan yine bu Suudi rejiminin başı çektiği Körfez Şeyhlikleri olmuştur.

Aradan geçen yılların ardından bu sefer İslami hareketleri iktidara taşıyacağı korkusuyla Arap isyanlarında da aynı tutumu sergilemiş, BAE ve Suudi rejimi elele vererek bu başkaldırı hareketlerinin kendi ülkelerine sıçramaması ve bölgesel düzeni tehdit etmemesi için tüm imkanlarını seferber etmişlerdir. BAE askeri ve diplomatik gücünü harekete geçirirken, S. Arabistan yönetimi ise bütün bunlara ilaveten BAE’de olmayan bir şeyi, din faktörünü devreye sokmuş ve Müslüman Kardeşlerin iktidara getirecek bu dalga karşısında ciddi bir dalgakıran rolü oynamıştır.

İşin garip tarafı yakın zamana kadar birbirlerini amansız rakipler olarak gören bu iki ülkeyi yan yana getiren meselenin yine bu başkaldırı hareketleri oluşudur.  Arap Baharı’ndan önce sınır sorunları başta olmak üzere birçok kriz yaşayan Suud ve BAE rejimleri, son süreçte bu sıkıntılar sanki hiç yaşanmamış gibi yine statükoyu korumak için yanyana gelmişlerdir.

Ancak onların balayı havası yaşadıkları gibi bir görüntü vermeleri, aralarında sorunlar olmadığı anlamına gelmiyor. Hem de bu sorunlar öyle geçiştirilebilecek, gözleri kapatıp görmezden gelinecek cinsten sorunlar değil..

Bir defa Riyad’ın dış politikaya ilişkin stratejik vizyonu, Sünni kimliği tarafından yönetilmekte ve İran yanlısı şii güçlerinin her ne pahasına olursa olsun yok edilmesi ya da baskı altına alınması üzerine odaklanmakta . İran’ın altını oymak için Suud monarşisi çatışma bölgelerindeki Sünni İslami hareketlere finansal ve askeri yardımlar yapmakta ve Vehhabi ideolojinin yaygınlaşmasının, İran etkisini kıracak bir unsur olarak değerlendirmektedir.

BAE’Nin dış politika vizyonuysa S. Arabistan’ın mezhebi yaklaşımını reddetmektedir. Riyad’ın çıkarı gerektirdiğinde ve şartlar müsait olduğunda İslami hareketlere gösterdiği nisbi toleransın tersine BAE, Ortadoğu’da makyavelizmi çağrıştıran kendi tarzında bir sekülarizmi oldukça kuvvetli bir şekilde savunmakta, çatışma bölgelerinde ideolojik olmayan birliktelikler ve koalisyonlar inşa etmeye çalışmaktadır. BAE’nin vizyonuna göre İslami hareketler, İran’dan daha çok bölgesel istikrara tehdit olarak görülmektedir. Bu çıkarım, BAE’nin İslamcılar arasındaki ilişkiler ağının siyasi uzlaşmaya direnen ve ona kapalı ulus ötesi bir ideolojiye dönüştüğü şeklindeki iddiasından kaynaklanmaktadır.

BAE’nin tehdit algısı S. Arabistan’ınkinden farklıdır ve bu yüzden de BAE’li karar alıcıların İran’a karşı yaklaşımı, Suud yönetimininkinden daha detaylandırılmış ve ayrıntıları daha fazla önemseyen bir tutumu beraberinde getirmiştir.

BAE’nin Sekülerlik yanlısı politikalarıyla ile S. Arabistan’ın Sünnilik yanlısı gibi görünen ama aslında Sünnilikle ilgisi bulunmayan Vehhabi politikaları arasındaki makasın özellikle Yemen ve Suriye’deki krizlerin çözümünde giderek açıldığına tanık olunmaktadır. Yemen konusundaki anlaşmazlık, Husilerin Körfez ülkelerine oluşturduğu tehdide yanıt verme ve aşırılık yanlısı dini yapılara karşı oluşturulacak tavırlar konusunda ortaya çıkmaktadır. 

S. Arabistan’ın Ortadoğu bölgesel düzenine karşı mezhebi yaklaşımı, Riyad’ın Yemen’de Şii bir hükümetin yükselişi şeklinde bir okuma yapmasına yol açmıştır. Husilerin İran’la güçlü ilişkilere sahip olması ise Suud tarafından doğrudan ulusal güvenliğine bir tehdit olarak yorumlanmıştır. Suudilerin Yemen meselesine Şiilik-Sünnilik ikilemi gibi yüzeysel bir bakış açısına sahip olması, Yemen’deki meselenin mezhep kaynaklı bir mesele olduğu anlamına gelmiyor. Zira Suudilerin kurulduğu tarihten beri Yemen üzerinde tahakküm kurma ve güneyinde zayıf bir Yemen arzusuna sahip olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle Yemen’de S. Arabistan’ın yayılmacı emellerine set çekmek isteyen aktör Zeydi Müslümanlar değil de farklı bir mezhepten insanlar olsaydı da Suudilerin tavrı farklı olmazdı. Çünkü meselenin mezhep, din ya da etnisitenin ötesinde bir hegemonya kurma sorunu olduğunu hepimiz biliyoruz.

İslam Özkan

En Önemli Röportaj Haberler
En Çok Okunan Haberler