Tesnim Haber Ajansı - The Atlantic dergisinin haberine göre, ABD Başkanı Donald Trump’ın kabinesindeki bazı üst düzey isimler, suikast veya gösteri korkusuyla kişisel evlerini terk ederek askerî üslerde ikamet etmeye başladılar.
Haberde, Beyaz Saray’da Donald Trump’ın kıdemli danışmanı olarak görev yapan Stephen Miller’ın, göçmen karşıtı politikaların uygulanmasındaki rolü nedeniyle kendisine yönelik sert protestolar sonrasında, eşi ve iki çocuğuyla birlikte (Washington D.C. yakınlarında bulunan) Virginia eyaletinin kuzeyindeki Arlington kentindeki özel konutunu bırakarak bir ABD askerî üssüne taşındığı belirtildi.
Bu adım, The Atlantic’in bildirdiğine göre en az altı üst düzey Trump yönetimi yetkilisini kapsayan daha geniş bir eğilimin parçası. Bu isimler arasında, Trump’ın Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun da bulunduğu ifade ediliyor. Söz konusu yetkililer, güvenlik nedenleriyle ve kamuoyunun öfkesinden uzaklaşmak amacıyla Washington bölgesindeki askerî konutlara sığınmış durumdalar.
Trump’ın göçmen karşıtı politikalarının baş mimarı olarak tanınan Miller, göçmenlerin topluca sınır dışı edilmesini ve El Salvador gibi yabancı hapishanelere nakledilmesini öngören tartışmalı planların hazırlanmasında kilit rol oynamıştı. Son aylarda “İnsaniyet İçin Birleşmiş Arlington Komşuları” (United Neighbors of Arlington for Humanity) adlı bir grup tarafından organize edilen protesto kampanyalarının hedefi hâline geldi.
İnsan hakları ve göçmen hakları savunucularından oluşan bu grup, Miller’ın evinin yakınlarında düzenli protestolar düzenliyor, adresini içeren afişler dağıtıyor ve onu “insanlığa karşı suç işlemekle” suçluyor. Ayrıca, evinin önündeki kaldırıma tebeşirle yazılmış mesajlarda “Miller ailelerin peşinde” ifadeleri yer aldı.
Stephen Miller’ın eşi ve eski Beyaz Saray danışmanı Katie Miller, Fox News’e verdiği röportajda bu protestolardan birine değindi. Katie Miller, “Charlie Kirk’ün suikasta uğramasından sadece bir gün sonra bir protestocunun bana yaklaşarak ‘izleniyorsun’ dediğini” iddia etti.
Amerikalı sağcı aktivist ve Turning Point USA adlı örgütün kurucusu olan Charlie Kirk, 10 Eylül 2025’te bir üniversite etkinliği sırasında bir keskin nişancı tarafından vurularak öldürülmüştü. “Siyasi suikast” olarak tanımlanan bu olay, ABD’deki siyasi şiddet dalgasını tırmandırmış ve Trump yönetiminden sert tepkilere yol açmıştı.
Stephen Miller, artık güvenli askerî konutlara taşınan Trump yönetimi yetkililerinin giderek büyüyen listesinde yer alıyor. Normalde üst düzey askerî subaylara tahsis edilen bu konutlar, kamu erişimine kapalı olup, olası protestolar ve tehditlere karşı koruma altındadır.
The Atlantic dergisinin haberinde adı geçen bir diğer isim, Trump yönetiminin İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’dir. Noem, hükümetin göç ve sınır politikalarının uygulanmasından sorumlu kişidir. 2025 yazında Daily Mail gazetesinin, Washington D.C.’nin “Navy Yard” semtindeki dairesinin adresini ifşa etmesinin ardından, Washington’daki “Birleşik Anacostia-Bolling Üssü” adlı askerî garnizonda bulunan bir konuta taşındı.
Bu konut normalde ABD Sahil Güvenlik Komutanı için ayrılmıştır, ancak şu anda kira ödemeksizin Noem’in kullanımına verilmiştir.
Diğer örnekler arasında ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Savunma Bakanı Pete Hegseth bulunuyor. Her iki isim de Pentagon yakınlarındaki orduya ait askeri yerleşkede bulunan evlere taşınmış ve şu anda orada ikamet etmektedir. Hegseth’in evi, normalde Ordu Genelkurmay Başkan Yardımcısı için tasarlanmış bir konuttur.
Ayrıca The Atlantic’e göre, Beyaz Saray’dan ismi açıklanmayan üst düzey bir yetkili de Charlie Kirk suikastının ardından, belirli bir dış tehdit gerekçesiyle askeri bir üsse taşınmıştır.
Bu taşınmaların yasal bir engelinin bulunmadığı düşünülse de, bazı çevrelerde endişe yaratmıştır. Johns Hopkins Üniversitesi’nde uluslararası çalışmalar ve siyaset bilimi doçenti Adria Lawrence, The Atlantic’e yaptığı açıklamada şu ifadeyi kullandı: “Güçlü bir demokraside, ordu tüm ülkenin savunmasından sorumlu olmalıdır; sadece bir siyasî partinin değil.”
Eleştirmenler, bu eğilimin Trump yönetimi yetkilileriyle sıradan Amerikalı vatandaşlar arasındaki kültürel ve siyasî uçurumu derinleştirdiği ve ordunun iç siyasetteki rolünü artırdığı uyarısında bulunuyorlar. Özellikle de siyasî şiddetin giderek tırmandığı bir dönemde bu durumun tehlikeli sonuçlar doğurabileceği belirtiliyor.