Tesnim Haber Ajansı- İsrail’in önde gelen güvenlik analisti Galit Lendenthal Strauss, İsrail medyasında büyük yankı uyandıran bir makale kaleme aldı. Makalede, Ankara’nın bölgesel politikalarının İsrail için yarattığı stratejik kaygılar, dört temel başlık altında değerlendirildi. Yazı, Türkiye’nin İsrail açısından “yeni İran” olarak algılanmasının yanı sıra, ilişkilerdeki çelişkili dinamikleri de ortaya koyuyor.
“Yeni İran” mı?
Lendenthal Strauss, İsrail medyasında Türkiye’nin giderek “yeni İran” olarak tanımlandığını ifade ederek, bu yaklaşımın yanıltıcı ve tehlikeli olduğunu vurguladı: “Bu tanımlama, İran’ın İsrail için gerçek ve doğrudan askerî-teknolojik tehdidini hafife almakla kalmaz, aynı zamanda Türkiye ile İsrail arasında hâlâ devam eden diplomatik ve istihbarat iş birliğini gözardı eder. Türkiye, NATO üyesidir, Batı ile yakındır ve İsrail’e karşı bir ittifak kurmak gibi bir çabası yoktur. Ancak bölgesel hamleleri —özellikle Suriye ve Doğu Akdeniz’deki tutumu ciddi endişe yaratıyor.”
Türkiye’nin Suriye Hamlesi: Ankara’nın “Merkez ve Güney’i Kapma” Rüyası ve İsrail’in Önleme Operasyonları
Analiste göre, İsrail’in en büyük endişesi, Türkiye’nin Suriye’de askeri varlığının genişlemesi ve bu sürecin İsrail’in hava üstünlüğüne zarar vermesidir: “Türkiye’nin kuzeydeki varlığı 2016’dan beri süre gelir; ancak Esad rejiminin çöküşüyle (Aralık 2024), merkez ve güney bölgeler açıldı. Türkiye, Suriye’de birkaç askerî üs kurmak istedi, ancak iki nedenle başarısız oldu:
Şara’ hükümeti, dış desteğe ‘çeşitlilik’ katmak istiyor.
İsrail’in ‘önleme operasyonları’, Türkiye’nin planlarını fiilen engelledi.”
Ekonomik tehdit de var: “Türkiye’nin Suriye üzerinden geliştirmeyi planladığı enerji ve ticaret koridorları, İsrail’in İMEC projesini kökten tehdit edebilir.”
Ancak analist,“ABD’nin Bakü’de İsrail–Türkiye diyaloğunu başlatması ve sıcak hatların açılması” sayesinde gerginliğin kontrol altında olduğunu ekliyor.
Türkiye–Hamas–Gazze Üçgeni: “Direnç Hareketi” Söylemi ve 37 İsrail Liderine Tutuklama Emri
Lendenthal Strauss, AKP iktidarının Hamas’a yaklaşımını “stratejik destek, ahlaki dayanışma ve siyasi kalkan” üçlüsü olarak tanımlıyor: “Hamas, savaş sonrası Gazze’de kilit bir aktördür. Türkiye, 7 Ekim’den sonra Hamas’ın ‘terör örgütü’ değil, ‘direnç hareketi’ olduğunu açıkça ilan etti. Erdoğan, Mart 2025’te "Allah İsraili yok etsin" diye dua etti; Kasım 2025’te de İstanbul Savcılığı, 37 İsrail yetkilisine ‘savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım’ nedeniyle tutuklama emri çıkardı.”
Ancak analist, çelişkiyi de vurguluyor: “Yine de Türkiye, Şarm Eş-Şeyh’te Trump ile iş birliği yaptı; İsrail esirlerinin serbest bırakılmasında kilit rol oynadı.”
En büyük korkuysa: “2 bin Türk askerinin Gazze’deki uluslararası barış gücüne dahil edilmesi. İsrail’in buna “mutlak bir kırmızı çizgi” tanımlamasına karşın, Ankara’nın bu fikri henüz masadan kaldırmadığı biliniyor.
Doğu Akdeniz ve Kıbrıs: “Mavi Vatan” ile İsrail’in “Barak-AMX” Gerilimi
İki ana sürtüşme alanı: Kıbrıs’ta İsrail–Rum iş birliğiyle kurulan Barak-AMX hava savunma sistemi Eylül 2024’te Türkiye’de büyük tepkiyle karşılandı. İnsani yardım filoları 2010 Mavi Marmara krizinden bu yana tekrarlanan bir kırılganlık. Ekim 2025’te “Cihan-ı Saadet” filosuna Türk milletvekilleri katıldı; Erdoğan, dronların çektiği görüntüleri bizzat izlediğini açıkladı.
Ancak dikkat çekici bir gerçek var: “Türkiye’nin Mayıs 2024’te ilan ettiği ekonomik yaptırımlar, fiilen devre dışı kaldı. Mallar, üçüncü ülkeler ve Filistinli tüccarlar üzerinden İsrail’e akıyor. İki tarafın tacirleri, siyasete rağmen ticareti sürdürmeyi tercih ediyor.”
Türkiye’nin Askerî Yükselişi: “Çelik Kubbe”, Eurofighter ve Somali’de Füze Test Merkezi
Analist, Ankara’nın askerî modernizasyonunu stratejik bir uyarı olarak değerlendiriyor: Eski F-16 filosunun yerine: Umman ve Katar’dan ikinci el Eurofighter’lar, İngiltere’den yeni Eurofighter satın alma görüşmeleri, Yerli “Çelik Kubbe” hava savunma sisteminin geliştirilmesi, Somali’de füze test merkezi inşası planları bu son adım, özellikle Afrika Boynuzu’ndaki stratejik nüfuz mücadelesinde yeni bir boyut kazandırıyor.
Sonuç: İsrail için “Tehdit” mi, “Mümkün Partner” mi?
Lendenthal Strauss, son bölümde, Türkiye ile çatışmaktan kaçınmak ve koordineli denge kurmak için dört öneri sunuyor:
1. Stratejik perspektif: Türkiye–İsrail ilişkileri yalnızca “Gazze” ya da “Hamas” üzerinden değil, Kafkasya ve Suriye’de İran’ın önüne geçme gibi ortak çıkar alanlarıyla değerlendirilmeli.
2. Trump faktörü: ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğuna güvenilmesi, Tom Barak’ın “Kafkasya’dan Akdeniz’e kadar iş birliği” mesajı ciddiye alınmalı.
3. Gazze’de Türk askeri kabul edilemez: İsrail’in bu konudaki direncinin temelinde derin bir güvensizlik vardır; ABD bunu kabul etmeli.
4. NATO’nun aracılığı: Türkiye’nin NATO’daki veto gücü, İsrail–NATO iş birliğini engelliyor. Bu nedenle diğer NATO üyeleri de —açık ya da gizli arabuluculuk görevini üstlenmeli.