Tesnim Haber Ajansı- 7 Ekim 2023’te Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından başlatılan “Aksa Tufanı Operasyonu”, İşgalci Siyonist İsrail’e karşı eş zamanlı roket atışları ve sınır hattı sızmalarıyla yeni bir dönemin kapısını araladı. İlk aşamada binlerce roketin ateşlendiği bu operasyon, sadece askeri bir hamle olarak kalmadı; İşgalci Siyonist İsrail’in Gazze’ye yönelik yoğun ve uzun süreli karşı saldırılarını da tetikleyerek geniş kapsamlı bir çatışma ortamı yarattı. Bu çatışmaların ardından uluslararası toplumun devreye girdiği uzun bir diplomasi trafiği başladı ve nihayetinde 2025’te, Siyonizm’in bir numaralı destekçisi ABD Başkanı Trump’ın 20 maddelik Gazze planının da etkisiyle bir ateşkes ve esir takası anlaşmasına varıldı. İşgalci Siyonist İsrail’in belirli bölgelerden çekilmesini, insani yardımların başlamasını ve Gazze’de bir uluslararası istikrar gücünün kurulmasını öngören bu anlaşma, pek çok analistin vurguladığı gibi hâlâ kırılgan bir yapı taşıyor. Zira geçmişte defalarca sabote edilen ateşkesler, kalıcı barış ihtimaline yönelik temkinli bir yaklaşım gerektiriyor.
Bu süreç boyunca Türkiye, diplomatik sahnenin aktörlerinden biri olarak ön plana çıktı. Ankara, ateşkes müzakerelerinde Katar ve Mısır ile birlikte arabulucu ülkeler arasında yer aldı ve planın uygulanmasında garantörlük rolüne talip oldu. Türkiye, bu süreci sadece insani bir mesele olarak değil, aynı zamanda bölgesel güç dengelerinde etkisini artırma fırsatı olarak da değerlendiriyor. Bu çerçevede Türkiye’nin Hamas’a yönelik tutumu da belirleyici bir unsur olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte bazı analistler, Türkiye’nin bu yaklaşımının tamamen ideolojik değil, pragmatik bir çıkar birlikteliğine dayandığını savunuyor; Hamas ile ilişki Ankara’nın hem Arap dünyasına hem de Batı’ya karşı manevra alanı yaratmasını sağlıyor.
Ateşkesin ardından gündemin en tartışmalı başlıklarından biri de Gazze’de kurulması planlanan uluslararası istikrar gücü oldu. Türkiye, bu güce asker göndermeye hazır olduğunu açıkça ilan etti. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve Milli Savunma Bakanlığı’nın ardı ardına yaptığı açıklamalar, Ankara’nın sahada aktif bir rol üstlenmeye istekli olduğunu ortaya koydu. Hatta bazı haberlerde Türkiye’nin Gazze görevi için tugay ölçeğinde askeri hazırlık yaptığı iddia edildi. Ancak bu talep bölgesel ve uluslararası düzeyde ciddi tepkilerle karşılaştı. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, Türk askerinin istikrar gücünde yer almasına kesinlikle karşı olduklarını belirtti. Sadece İsrail değil, Mısır’ın da diplomatik kanallarda Ankara’nın bölgeye asker göndermesini engellemeye çalıştığına dair haberler gündeme yansıdı. Dolayısıyla Türk askerinin Gazze’de yer alması ihtimali, teknik olarak masada olsa bile, politik engeller nedeniyle giderek daha belirsiz bir hâl aldı.
Bu gelişmeler Türkiye’nin bölgedeki rolüne ilişkin geniş bir tartışmayı da beraberinde getiriyor. Türkiye gerçekten Hamas ve Gazze halkını desteklediği için mi ateşkes sürecinde ve sonrası için askeri olarak sahada yer almak istiyor yoksa hem uluslararası arenada hem de özelde bölge ülkeleri içinde avantaj sağlamak için mi bu rolü üstlenmiş soruları tartışmaya açık durumda.
Sonuç olarak Türkiye, Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında şekillenen yeni Gazze denkleminde önemli bir diplomatik aktör olarak öne çıkmış durumda. Ateşkes sürecindeki rolü, Hamas’la ilişkileri ve Gazze’ye asker gönderme arzusu, Ankara’nın hem uluslararası itibarı hem de bölgesel jeopolitiği açısından dikkatle yönetilmesi gereken bir denge gerektiriyor. Türk askerinin Gazze’ye konuşlandırılması kısa vadede mümkün görünmese de Türkiye’nin Gazze dosyasında aktif bir oyuncu olarak kalacağı kesin. Bu sürecin başarıyla yönetilmesi, Türkiye’ye önemli kazanımlar sağlayabileceği gibi, olası aksaklıklar veya yanlış adımlar bölgedeki ve küresel arenadaki ilişkilerde yeni gerilimler yaratabilir. Ateşkesin kalıcı olup olmayacağı, bölgenin yeniden inşa süreci ve dış aktörlerin siyaseti, Türkiye’nin bu hassas dengedeki rolünü belirleyecek temel faktörler olmaya devam edecek.