Tesnim Haber Ajansı - Hakan Fidan’ın 30 Kasım 2025’te gerçekleştirdiği Tahran ziyareti, Türkiye–İran ilişkilerinde uzun süredir süregelen dalgalanmaların ardından yeniden “yakınlaşma ve kurumsallaşma” eksenine yönelişin güçlü bir işareti olarak değerlendirilmektedir. Resmî gündem ticaret, enerji, güvenlik, düzensiz göç ve sınır yönetimi gibi konular etrafında şekillense de verilen mesajlar hem bölgesel dengelere hem de Türkiye’nin NATO bağlamındaki pozisyonuna yönelik daha kapsamlı bir stratejik hamleyi yansıtmıştır. Fidan’ın İranlı mevkidaşı Abbas Arakçi ile yaptığı görüşmelerde iki ülkenin ekonomik potansiyelini harekete geçirme gerekliliği vurgulanmış, sınır kapılarının artırılması ve lojistik ağların güçlendirilmesi gündeme alınmıştır. Türkiye açısından bu vurgu, İran’la ekonomik entegrasyonu derinleştirme iradesinin somut bir göstergesi olarak öne çıkmaktadır.
İran’a uygulanan yaptırımlara yönelik eleştirel yaklaşım
Ziyaretin en belirgin unsurlarından biri, Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırımlar konusundaki açık ve net tavrıdır. Fidan’ın “İran’a uygulanan haksız yaptırımlar kaldırılmalı” şeklindeki açıklamasına rağmen ABD öncülüğünde batının İran’a yönelik getirdiği yaptırımların ilk uygulayıcıları arasında Türkiye de yerini almaktadır. Türkiye nükleer mesele ve yaptırımlar konusunda bir taraftan komşusu İran’a hoş görünmeye çalışırken diğer taraftan ABD ve batıya İran’ı sınırlama konusunda destek vermektedir.
İsrail politikaları karşısında ortak söylem
Yine Gazze ve Filistin meselesi, Türkiye ile İran’ı ortak zeminde buluşturan alanlardan biridir. Tahran’daki açıklamalarda Fidan, İsrail’in yayılmacılığını bölge için temel tehdit olarak nitelendirmiştir. Türkiye Gazze konusunda da İran’la ortak söyleme sahip olmasına rağmen İsrail’in katliamlarına karşı somut bir adım atmamış, ticari faaliyetleri sürdürmeye devam etmiştir. Hükümet tarafından yapılan açıklamalarda İsrail kınanmaktan öteye gidilmemiştir.
Türkiye’nin ABD ile koordinasyonunun yarattığı gerilim alanı
Suriye, Türkiye–İran ilişkilerinde hem yakınlaşmayı zorunlu kılan hem de sınırlandıran karmaşık bir alan olmaya devam etmektedir. Türkiye, Suriye’de İran’ın nüfuzunu kırmak adına ABD ile koordinasyon içinde hareket ederken; Kürtler konusunda ABD’yi ikna edebilmiş değil. Ayrıca İran’ın gücünü kırmayı hedefleyen Türkiye, Suriye’de tam kontrolü sağlayamadığı gibi karşısında İsrail’in yayılmacılığını bulmuş, Şam yakınlarına kadar ilerleyen İsrail’e karşı hiçbir faaliyette bulunamamıştır. ABD ile koordinasyon kurmaya çalışan Türkiye hem İsrail hem de Kürtlerle karşıya gelmiş ve Astana sürecinde İran’la yakalanan koordinasyon ve güveni de yok etmiştir.
Türkiye’nin İran’ı Batı’ya Karşı Jeopolitik Kaldıraç Olarak Kullanma Stratejisi
Ziyaretin eleştirilebilecek yönlerinden biri, Ankara’nın İran’la ilişkilerini yalnızca ikili çıkarlar temelinde değil, aynı zamanda Batı’yla yürüttüğü pazarlıklarda stratejik bir araç olarak da değerlendirdiğini göstermesidir. İran’ın bölgesel ağırlığı, enerji kaynakları ve ABD ile yaşadığı kronik gerilimler, Türkiye’ye Batı karşısında ek müzakere gücü sunmaktadır. Bu nedenle Ankara, İran ile ilişkilerini tamamen ideolojik bir zeminde değil, jeopolitik bir hesap içinde değerlendirmektedir. Ancak bu politika, kontrollü yürütülmediği takdirde Türkiye’nin NATO içindeki konumunda soru işaretlerine yol açabilir.
Çok Yönlü Diplomasi Ekseninde Yeni Bir Aşama
Genel olarak Hakan Fidan’ın Tahran ziyareti, Türkiye–İran ilişkilerinde yeni bir ivme yaratmış; ikili ilişkilerin ekonomik ve enerji temelli boyutlarının yanı sıra Gazze ve nükleer dosya gibi yüksek politik gündemlerde de yakın koordinasyon sinyali verilmiştir. Türkiye, İran’la ilişkilerini derinleştirerek hem bölgesel özerkliğini artırmayı hem de çok taraflı diplomasi kapasitesini genişletmeyi hedeflemektedir. Ancak bu yaklaşım, Türkiye’nin Batı ve NATO ile ilişkilerinde hassas bir çizgi izlemesini gerektirmekte; özellikle yaptırımlar ve güvenlik politikaları gibi konularda potansiyel gerilim alanları yaratmaktadır. Bu nedenle ziyaret, hem fırsatları hem de riskleri içinde barındıran, çok katmanlı bir stratejik açılım niteliği taşımaktadır.