İSLAM TARİHİ İLK DÖNEM SAVAŞLARININ MEZHEPSEL BOYUTU VAR MI? – (1)


İSLAM TARİHİ İLK DÖNEM SAVAŞLARININ MEZHEPSEL BOYUTU VAR MI? – (1)

Ebu Bekir ve Ömer ile biat etmeyen Sad İbni Ubade Şii miydi? ilk başta Ebu Bekir ile biat etmeyip Ali bin Ebutalib’in hilafetine davet eden Ebu Süfyan Şii miydi? Ebu Bekir’in hilafetini kabul etmeyen Zübeyr Şii miydi?

Tesnim Haber Ajansı - Dr. Muhammed Hüseyin Emir Erduş’u  “Geçmişten Bugüne İslami Vahdet Meselesi” kitabı ile tanıyoruz.Yazarın son kitabı “İslami Vahdet, İslami Uyanış, kavramlar ve özgeçmişi” de bu konuda yer alıyor.

Dr.Muhammed Hüseyin Emir Erduş, araştırmalarını   İslam Tarihi konusu  ve özellikle  İslam mezhepleri arasındaki ilişkiler ve münasebetler üzerine yapmıştır.

“Tarih boyunca İslam mezhepleri arasındaki ilişkiler  taassup ve ayrılıktan fazla, vahdet ve birlik üzerine olmuştur”diyen Dr. Erduş,  bu konudaki yaygın  algıyı sorguya çekiyor.

Dr.Erduş  ile  vahdet  üzerine  yapılan  röportajın  tercümesini  sizin  ile  paylaşıyoruz:

- Sizce İslam Tarihi daha çok ayrılıklar tarihi midir yoksa vahdet tarihi mi?

    Bence İslam dünyasının tarihi daha çok birlik ve vahdet tarihidir. Ancak  sorduğunuz soruyu daha derinlemesine  ele alacak olur isek, öncelikli olarak Vahdet ve ayrılık  kavramlarının iyi  bir şekilde tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.
    Eğer Vahdetten kastımız bütün herkesin aynı mezhepten olması ve aynı İslami görüşe sahip olması ise, böyle bir Vahdet anlayışı İslam tarihinde görülmemiştir.  Allah’ın iradesi de  böyle bir vahdet anlayışı doğrultusunda olmamıştır diye düşünüyorum :
<<وَ لَوْ شَاء رَبُّک لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلاَ یَزَالُونَ مُخْتَلِفِینَ>>
Ve Eğer Rabb’in İsteseydi, kesinlikle herkes için bir ümmet koyardı oysaki sürekli ihtilaflar içerisindeler.
(Hud Süresi, 118 Ayet)

Yaratılış, temelinde  farklılıkları ve çeşitliliği  barındırmaktadır.
Eğer ayrılığıbu  anlamda farklı görüşler olarak nitelendirmeyip, farklı görüşlerden dolayı bir birinden uzaklaşmak ve savaşmak olarak ele alırsak, evet ayrılıklar   İslam tarihinin kısıtlı ve belli dönemlerinde tecrübe  edilmiştir  ve çok da fazla sayılmazlar. Bazen bir bölgede olup diğer bölgelerde olmayabiliyordu ama görüş ayrılıkları ve İslami öğretilerden farklı algılar her zaman vardı.Söz konusu görüş ayrılıkları edep ve ahlaka riayet ederekvuku  buluyorsa (ki genellikle böyle oluyordu) bu  ayrılıklar  mezhepler arasındaki dayanışma ve birlik olarak bildiğimiz Vahdet anlayışına karşı değildir.

İhtilaflar ve ayrılıklar her zaman olmuştur lakin Peygamber (s.a.a.) asrındaki ihtilaflar ve vefatından sonraki ihtilaflar arasında  bir  takım  farklılıklar  vardır.  Peygamberimiz yaşıyor iken Müslümanlar arasındaki  ihtilaflar kendisi tarafından çözülebiliyordu. ancak peygamberimiz vefatının  ardından  bu görüş farklılıklarıve  ayrılıklar   bir  çok  araştırmacının da  bildiği  üzere  dolan   nedenlerden  dolayı  tekrar  gün  yüzüne  çıkmıştır. Bu  ayrılık  ve  ihtilaflara  yapay  endişe  ve  korkuların da   eklenmesi   ümmet  içerisinde   rahatlıkça çözülemeyen  sorunlar  üretmektekteydi.

- Yapmacık ihtilaflardan kastınız düşmanlar tarafından oluşturulan  ihtilaflar mı ? Yani söz konusu olan  ihtilaflar   bahsettiğiniz üzere  Müslümanların birbirleri  ile savaşması  ve  bölünmeleri mi?

Genel olarak ihtilafları ikiye ayırabiliriz. Birincisi doğal olarak oluşan ihtilaflar; çünkü İnsan oğlunun zatı herkesin bir şekilde ve aynı seviyede düşünmesini gerektirecek bir biçimde değildir.

Şiiler  arasında  iki  büyük  sahabe  olarak  görülen   Selman  ve  Ebuzer  hakkında  nakil  edilen  bir  rivayette  bu  iki  meşhur  sahabinin   İslam öğretilerine  dair  farklı    algılara   sahip  olduklarını  görmekteyiz.

Rivayette şöyle deniliyor: Eğer Ebuzer Selman’ın kalbinde ne geçtiğini bilseydi onu tekfir ederdi(bazı rivayetlere göre de öldürürdü)

Yani Ebuzer, Selman’ın İslam  anlayışını inkar ederdi ve ondan uzaklaşırdı.

Söylemek istediğim insanların kapasitesi hiç bir zaman eşit seviyede olmamıştır ve olmayacak da...

Söz konusu rivayetten alabileceğimiz mesaj, Ebuzer ve Selman’ın dini algılarının farklı olması  ve onların farklı mertebelerde olduğudur.

Bu sebeptendir ki Müslümanlar’ın tek bir islami yoruma sahip olmamaları doğal ve tabiidir.  İnsanların dini kavrayışları ve kapasiteleri farklılık gösterdiğinden dolayı farklı yorumlar ve anlayışlar da kendisini göstermektedir.

Doğal ihtilafların bir çok nedeni vardı, örneğin peygamberimizin döneminde, bazı ahkamlar bazı Müslümanlar’a ulaşmamıştı, öte yandan peygamberimize ait rivayetlerin sayısının fazla olması ve Müslümanlar’ın kapasitelerinin farklı ve aynı düzeyde olmamasını söz konusu ihtilafların nedenleri olarak değerlendirebiliriz.

ayrıca Müslümanlar’ın Kuran-i Kerim’in ve peygamberimizin öğretilerinden farklı yorumlara ve algılara sahip olmalarını, Müslümanlar’ın peygamberin şahsına yakın ya da uzak bir mesafede olması ile birlikte değerlendirildiğinde, bu ihtilafların doğal olarak oluşmasında bir çok etkenin bulunduğunu görebiliyoruz.

Sonrasında İslam’ın Arabistan topraklarında sınırlı kalmaması ile birlikte bir çok zengin ve eski uygarlıklar ve kültürler de İslam coğrafiyasına eklendi. Farklı uygarlıklar ve kültürlerin İslam’la teması sonucunda yeni meseleler ve soruların oluştuğunu, bu sorulara farklı yanıtların verildiğini görebiliyoruz. Doğal olarak bununla birlikte Müslümanlar’ın ihtilafları ve farklılıkları arttı.

Yeni İslam getirmiş bir çok kesim, ister istemez kendileri ile birlikte eski inançlarını ve geleneklerini de İslam ümmetine getirdiler, ihtilafların artmasında bu konunun da etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Ancak yapmacık ihtilaflar daha çok yeni İslam getirmişlerin arasında henüz her hangi bir nedenden dolayı İslam’a gönül vermemiş kişilerin, Müslüman görünmelerine rağmen kasıtlı bir şekilde eski inançlarını ve düşüncelerini İslam’a sevk etmesi ile beraber kendini gösteriyor.Bazılarının İslam’ın temellerini hedef alarak, ihtilafların artmasında önemli bir rol oynadıklarını unutmamız gerekiyor.

Bütün bu nedenleri göz önünde bulundurduğumuzda, ihtilafın kaçınılmaz bir konu olduğunu görebiliyoruz. Ancak ayrılık ve tefrika konusu farklı bir konudur. Bir toplumun aynı milletten olması, aynı dili konuşması, aynı mezhebe sahip olması ancak bir çok nedenden dolayı toplumda ayrılıkların kendilerini göstermeleri mümkündür; bu konu ayrılık ile farklılık anlamında kullandığım ihtilaf kelimesinin farklı olduğunu ve bir neden sonuç ilişkisi içerisinde de yer almayabileceği göstermektedir.

-Sizce tarih boyunca Şiiler ve Sünniler arasındaki ayrılıklar ve çatışmaların en önemli etkeni nedir?

Bence soruda bir hata var, yani biz İslam tarihinde Müslümanlar’ı Şii veya Sünni diye kolaylıkça ayıramayız. Bunun gibi  terimlerin, isimlerin ve ünvanların zaman geçtikçe kendini gösterdiğini göz önünde bulundurmamız gerekiyor, bu demektir ki söz konusu terimlerden bugün çıkardığımız anlamlar ve yorumlar tarih boyunca böyle değildi ve değişiyordu, bizim bugünki yorumlarımız dışında, tarihte bir çok farklı yorum bulabilmek mümkündür.

Genellikle İslam mezhepleri zamanla kendini gösteriyor ve adım adım bugünki halini buluyor.

Örnek olarak Sıffin savaşı Şii ve Sünni savaşı değildir, Hz.Ali’nin ordusundakilerin çoğu bizim bugünki Şiilikten anlayışımıza inanmıyorlardı, öte yandan Muaviye’nin ordusunda yer alan askerlerin çoğu da bizim bugün sünnilik olarak tanıdığımız anlayışa sahip değillerdi. Sıffin savaşı aslında hak ve batılın savaşıdır. Bir yanda Müslümanlar’ın çoğunun hak olduğuna inandığı halife,  Şiiler’in inancına göre de birinci İmam ve Peygamberimizin Vesisi olan Emir el Müminin Hz.Ali (s.a) yer alıyor, öte yandan Müslümanlar’ın yanında yer almayıp, hak olan Emir ile biat etmeyen Şam valisi Muaviye yer alıyor.

Şiilik ve Sünnilik mezheplerinin nasıl oluştuğu konusunu konuşmak istersek, çok uzun bir bahis olacaktır ancak kısaca Sünnilik mezhebinin  bizim bugünki Sünnilikten anladığımız hale gelmesi veya yakınlaşması nerede ise iki yüzyıl sürmüştür ve tarih boyunca da bir çok değişiklik yaşamıştır.

Tarih’in bize verdiği bakış açısı ile konuyu değerlendirmek istersek, Peygamberimizin vefatından sonra Müslümanlar’ın arasında peygamberden sonra kimin İslam dünyasını yöneteceği ile ilgili bazı ihtilaflar kendini gösterdi ancak unutmamalıyız ki tarih olarak bu ihtilafı, Şii ve Sünni ihtilafı olarak yorumlamamız doğru olmayacaktır.

Bir kesim Hz.Ali’nin (s.a)  Allah tarafından Müslümanlar’ın halifesi ve imamı ve İslam dünyasının lideri olduğuna ve peygamberimizin bunu açıkladığına inanıyorlardı ki bu inanç bugün İmami Şiiler’in temel inancıdır ancak Zeydi Şiilerin ve aynı zamanda Mutezile  böyle bir inanca sahip değiller.Onlar Hz.Ali’nin Peygamberimizin diğer sahabelerine göre daha üstün ve faziletli olduğuna ve dolayısıyla halifelik için daha şayiste olduğuna inanıyorlar ve bunun Allah tarafından belirlendiği ve peygamberimize söylendiğine inanmıyorlar.

Hatta Ebu Süfyan gibi bazıları farklı bir bakış ile, Hz.Ali’nin peygamberden sonra halife olması gerektiğine, kendisi kabul etmezse Peygamberimizin amcası Abbas’ın Ebu Bekir yerine halife olmasının doğru olduğuna inanıyorlardı.

Bir kesim de Hilafetin Ensar’ın hakkı olduğuna inanıyordu ve  “Sad ibni Ubade-yi Ensari” bu kesimin liderliğini üstlenmişti diyebiliriz.

Tabii başka görüşlerin de olduğunu biliyoruz örneğin bazı Müslümanlar Hilafetin Kureyş kabilesinde kalmaması gerektiğini savunuyordu.

Demekki Müslümanlar’ın arasındaki ilk ihtilaf, Peygamberimizden sonra kimin halife olacağı konusu ile ilgili kendini gösterdi ve bu ihtilafın etkisi ta günümüze kadar kendisini göstermektedir ancak bu ihtilafların Şii ve Sünni ihtilafı olduğunu söyleyemeyiz. Ebu Bekir ve Ömer  ile biat etmeyen Sad İbni Ubade Şii miydi ? hayır. değildi,  kendi hilafetine veya Ensar’ın arasından bir hilafete ve sonunda ise Ensar ile Muhacirler’in ortak hilafetine davet etmişti.

Veya ilk başta Ebu Bekir ile biat etmeyip Hz.Ali’nin Hilafetine davet eden Ebu Süfyan Şii miydi?

Şiddetli bir şekilde Hz.Ali’nin hilafetini savunan ve Ebu Bekir’in hilafetini kabul etmeyen Zübeyr Şii miydi?

İhtilafların yoğun bir şekilde kendini gösterdiği zamanda, peygamberimiz vefat ettikten sonra Hz.Ali(s.a) Dinin sağlam ve sağlıklı kalması benim için yeterli ve kafidir diye buyurdular. Hz.Ebu Bekir ile biat ederek  ihtilafların bir ayrılığa ve azim bir tefrikaya dönüşmesini engellediler. Vahdet ehli Hz.Ali’nin(s.a) Vahdet’in önderliğini taşıdığını ve bu gelenğin kurucusu olduğunu biliyor.

Tefrika anlamında olan ihtilaflar sonradan yine kendini gösterdi. Birincisinden daha tehlikeli görünen ikinci ihtilafın başlangıç noktası ise üçüncü Raşid Halifenin öldürülmesi ile ilgili idi.

Öyle büyük bir tefrika ki büyük bir karmaşanın sonucunda üçüncü Raşid Halife Hz.Osman Bin Affan’ın öldürülmesine sebep oldu ancak  Şiiliğin en büyük karşıtları bile hiç bir zaman üçüncü halifenin katilini Şii saymadılar .

Tarihi kaynaklar kesin bir şekilde  Hz.Ali’nin(s.a) üçüncü Raşid Halife’yi savunan grupta yer aldığını göstermektedir. Araştırmacıların bildiği üzere üçüncü halifenin katl edilmesi, Hz.Ali(s.a) için Siyasi açıdan ciddi bir zarar meydana getirdi; Çünkü Hz.Osman zaten uzun bir süre yaşamıştı ve kısa bir süre sonra vefat etmesi güçlü bir ihtimaldi ve doğal olarak ondan sonra Hz.Ali(s.a) halife olacaktı ve başka bir alternatif söz konusu değildi ancak Hz.Osman’ın öldürülmesi büyük fitnelere sebep olarak sonunda kendini Hz.Ali(s.a) dönemindeki savaşlar ile gösterdi.

Yine dikkat etmemiz gereken bir konu var, bu olayın da çok büyük bir fitne ve tefirka olmasına rağmen Şiilik ve Sünnilik ihtilafları ile yine hiç bir alakası yoktur.

Cemel, Sıffin ve Nehrivan hadiselerinin hiç birinde de Şiilik ve Sünnilik arasında gerçekleşen bir olay olduğunu söyleyemeyiz. Söz konusu savaşlarda, Şii ve Sünni bir biri ile savaştı diye bir şey söylemek doğru olamaz. Hz.Ali’yi  hak olan halife olarak kabul edip onun ile biat edenler, her hangi bir nedenden dolayı onun hilafetini kabul etmeyenler ile savaştı. Hiç bir zaman tarih boyunca Sünni ve Şii mezheplerinin büyük Alimleri bu savaşların taraflarından birinin Şii ya da Sünni olduğunu iddia etmemiştir. Hariciler’in, Hz.Ali ile yaptıkları savaş da büyük bir nifak ve tefrikadır ancak yine Sünnilik ve Şiilik ile alakalı değildir.


-Sizce Emir El-Müminin Hz.Ali’nin(s.a) hilafetinden sonra İmam Hasan’ın(s.a) barışı veya Kerbela hadisesi gibi gerçekleşen siyasi olaylar da Şii ve Sünni ihtilafları olarak değerlendirilmemeli mi?

Barışla sonuçlanan İmam Hasan Mücteba’nın(a.s) Muaviye ile olan savaşını da yine Şii ve Sünni savaşı olarak değerlendirmememiz gerekiyor. Hiç bir Sünni veya Şii Alim söz konusu savaşı, Şii ve Sünni savaşı olarak adlandırmadı ve bunu yapamaz da çünkü; Mezhebi savaşların barındırdığı niteliklerden hiç birini taşımıyor.

Müslümanlar’ın çoğunluğu ister Sünni ister Şii ister Harici olsun İmam Hasan’ı(a.s) Muaviye’ye tercih ediyordu ve bu konuyu insaflı olan her kes çok iyi bilir. Ancak bu gerçeğin yanı sıra,Müslümanlar’ın İmam Hasan’ı tercih etmelerine rağmen, çoğunluğu  barışı  da sonu belli olmayan savaşlara tercih ediyordu. Sonraki dönemlerin Müslümanlar’ın yine çoğunluğu da bu tercihi onayladı.

Hüzün ve gam dolu benzersiz Kerbela hadisesi de hicretin 61. yılında  İmam Hüseyin(a.s) ile değerli ve pak yarları ve karşı tarafta Yezid’in para ile satın aldığı karanlık gönlü askerlerin arasında gerçeklen savaş da böyledir.

Hiç bir Müslüman bu savaşın Şii ve Sünni savaşı olarak nitelendirmemiştir.

Yezid’in ordusu Medine’ye saldırı düzenlediklerinde, Medine uzun bir süre direniş gösterdi ancak sonunda Medineliler yenildi. Günümüzün ölçüleri ile bir değerlendirme yaparsak, aslında Medineli direnişçiler Sünni idi( Gerçi tarihin bu döneminde, Şii ve Sünni kavramı asla bugün bildindiği gibi değildi.) ve onların ile liderlerinin arasında tanılmış Şiileri göremiyoruz.Yezid’in insanlık kavramı ile aşina olmayan ordusu Medineliler’e kıyam etmelerinden dolayı saldırmıştı, Medine’nin kıyamı dönemin zalim ve fasit devletine karşı gerçekleşmişti.

İslam’ın ilk yıllarında yine gerçekleşen önemli ayrılıklardan biri, Abdullah Bin Zübeyr’in  kıyamı idi.

Bu kıyam nerede ise Ümevi hilafetinin sonunu getiriyordu ancak nihayetinde kıyam yenilgiye uğradı.

İslam dünyasının büyük bir parçası söz konusu kıyamı desteklemişti ancak bazı yanlış kararlardan dolayı kıyam yenilgi ile sonuçlandı.

Sizce İslam ümmetinin o dönemdeki  tarihinde, gerçekleşen kıyamlar, savaşlar ve ayrılıklar Şii ve Sünni ile ilgili mi idi? Hayır, Tarih boyunca hiç kimse Zübeyrlileri Şii veya Ümevileri Sünni olarak nitelendirmedi.

 

(Ardı var...)

En Çok Okunan Röportaj Haberler
En Önemli Röportaj Haberler
En Çok Okunan Haberler