Dünya Kudüs Günü


İmam Humeyni'nin –ks– dünya Kudüs gününü ilan ettiği günün üzerinden tam 38 yıl geçiyor. Bu gün büyük bir ülküyü simgelerken, aynı zamanda küresel önemli mesajları da içeriyor.

Tesnim Haber Ajansı - Kudüs bir bakımdan uzun yıllar gaspçı, zalim ve işgalci bir rejimin Ortadoğu bölgesinde izlediği soykırım ve sultacı politikalarının esiri olan mazlum Filistin milleti ile dayanışmayı simgeliyor. Ancak bu, dünya Kudüs gününün evrensel mesajlarından sadece birini oluşturur. Bu günün bir başka boyutu Amerika ve küresel siyonizmin şom kumpaslarının ifşa edilmesidir ki günümüzde çeşitli boyutları Ortadoğu'dan Afrika'ya kadar uzanan geniş bir bölgede yakılan dini ve etnik fitne ateşi ve terörist örgütlerin dini radikalizmi şeklinde ortaya çıkmıştır.


Dünya Kudüs günü bu açıdan bakıldığında, İslam ümmetinin azamet ve ihtişamının tecelli ettiği ve Müslüman milletlerin istikbar karşıtlığını gösterdiği gündür. Bu yüzden dünya Kudüs günü ışığında Müslüman milletlerin mazlum Filistin milletinin gasp edilen haklarının geri alınması ve İsrail'in işgal ettiği toprakların kurtarılmasında ifa ettiği rol, uluslararası toplumun ilgi odağına yerleşmiştir.
Ortadoğu bölgesinin tarihi anlattığına göre, birinci dünya savaşından sonra ve Osmanlı imparatorluğunun çökmesinin ardından siyonistler İngilizlerin mali desteği ve sömürücü rolü sayesinde "vadedilen topraklara dönüş" ya da "topraksız millet için milletsiz toprak" gibi yaftaların propagandasını yaparak yavaş yavaş Filistin topraklarına sızdılar ve adım adım yayılarak Nil'den Fırat'a sloganı ile gayri meşru yapılarını şekillendirdiler.
Gerçi siyonist rejim İsrail görecede İslam dünyasının bir bölümünü işgal etmiş gibi gözüküyor, fakat gerçekte bu rejimin elebaşlarının zehirli düşünceleri tüm İslam ülkelerini hedef aldığı anlaşılıyor.


Şimdi neden dünya Kudüs günü bu kadar stratejik önem kazandığı sorusunu irdelerken, en başta küresel istikbarın komploları karşısında İslam ümmetinin İslamî uyanışının ihtişam ve azametine işaret etmek gerekir. Bu bileşen dünya Müslümanlarının gönül birliği ve vahdetinde anahtar konumundadır. Bu yüzden Kudüs'ü desteklemek için düzenlenen etkinliklerin büyük ihtişamla gerçekleşmesi sadece büyük bir tarihi ve İslamî sorumluluğu yerine getirmek değil, bu sorumluluğu yerine getirmek, aynı zamanda İslam ümmetinin uyanışı ve uyanması için zemin hazırlamaktır.
Ancak bir başka açıdan bakıldığında da, başta mazlum Filistin milleti olmak üzere dünyada tüm mazlumları koruma meselesi, bir milletin çiğnenen haklarının iade edilme zaruretine inanmak anlamına gelir ve bu inanç bu sorunun hakikatini ve köklerini bilmekle mümkün olur.


İran İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu ve inkılabın büyük mimarı İmam Humeyni –ks– küresel güçlerin zayıf milletlere karşı sömürüye dayalı ilişkilerini irdelerken bu gerçeğe işaret ediyor ve şöyle diyor:
Sömürücüler insanların üzerinde sulta kurdukları siyasi elemanları aracılığı ile insanlara zalimane bir düzen dayattı ve buna göre insanlar da zalim ve mazlum olmak üzere iki gruba ayrıldı.
İmam Humeyni'ye –s– göre dünyanın mustazaf milletleri ancak uyanışla ve kesin haklarını tanıyarak müstekbirlere karşı kıyamlarında zafer elde edebilir. İşte böyle bir eğilimle İran İslam inkılabı yolun ta başında izleyeceği yörüngeyi adil olmayan modellerden ayırdı ve ne Batı ve ne Doğu sloganı ile zafere ulaştı ve öz İslam öğretilerine dayanan yepyeni bir model sunmaya başladı.


İran İslam Cumhuriyeti nizamı da İmam Humeyni'nin –ks– bu kurtarıcı düşüncesine dayanarak çeşitli bölgesel ve uluslararası oturumlarda her zaman açık ve net bir şekilde Ortadoğu bölgesinde süregelen Filistin münakaşasının tek çözüm yolu Filistin milleti ve bu toprakların hakiki sakinlerinin oylarına başvurmak olduğunu savunmuştur. Ancak bu hakikate karşı küresel tepkiler maalesef ya yüzeysel ya da geç gelen tepkiler olmuş, ya da bazen hiç bir tepki dahi gelmemiştir. Ancak İran İslam Cumhuriyeti uluslararası camianın tüm bu müsamahakarlığına rağmen geçtiğimiz yıllarda sürekli siyonist rejimin mazlum Filistin milletine karşı zulüm ve cinayetlerini kınadı ve uluslararası arenalarda bu cinayetlerin boyutlarını ifşa ederek mustazafların haklarının çiğnenmesini önlemeye çalıştı. İran İslam Cumhuriyeti bu doğrultuda ve BM bildirgesi çerçevesinde bölgesel ve küresel meselelerin takipçisi olmuş, fakat Batı'nın tepkisi ise her zaman bu hakikatin tam karşı noktası olmuştur.

Gerçekte Batı, milletlerin siyasi buluğ ve İslamî uyanışından duyduğu kaygıdan ötürü çeşitli yöntemlerle İranofobi projesini hayata geçirmeye ve İran'dan bölge ve dünya kamuoyunun gözünde bölge ve dünya güvenliğine yönelik tehdit içeren bir imaj sunmaya çalıştı. Ancak Batı'nın tüm bu kışkırtıcı adımları ve ötelemelerine rağmen İran İslam Cumhuriyeti dünyanın mazlum milletlerine hakiki desteğe vurgu yaparak, başka ülkelerin mazlum Filistin milletine yönelik zulüm başta olmak üzere küresel mezalime karşı sessizliklerini sorguladı ve düşünce ekseninde ve yumuşak güçle küresel istikbarla savaşmaya başladı.


Aslında İran Filistin meselesine bakışında bunu sadece Ortadoğu'ya özel bir münakaşa değil, küresel bazda bir mesele olarak ele aldı ve özellikle dünya Kudüs günü başta olmak üzere her etkinlikte gönderdiği küresel mesajlarında dünyayı güvensiz hale getiren etkenleri bir bir anlatmaya başladı. Bu etkenler, siyonistlerin işgalciliği, tecavüz ve şiddet uygulamalarıdır. Bu çerçevede İran İslam Cumhuriyeti çeşitli bölgesel ve uluslararası oturumlara aktif bir şekilde katılarak ve yine bağlantısızlar hareketinin dönem Başkanı sıfatıyla Filistin sorununu sürekli dünya kamuoyuna açıklamaya çalıştı.


Kuşkusuz bu yıl İslam dünyası, mazlum Gazze halkı siyonist rejimin tehditleri ve saldırılarına maruz kaldığı bir sırada dünya Kudüs gününe giriyor. Son yıllarda mazlum Filistinli kadınların ve çocukların kanı sürekli akıtıldı, zalim siyonistler Gazze'ye büyük bir yıkım dayattı. Siyonist caniler işledikleri cinayetleri ile Filistin'i yok etmek ve İslam'ın imajını tahrip etmek için hiç bir ırkçı cinayetten çekinmediklerini ve hedeflerine ulaşmak için her türlü cinayeti mubah gördüklerini ortaya koydu. Ama maalesef İslam ülkeleri de esas tehdit olan siyonist rejimin üzerinde odaklanmak yerine tüm enerjilerini ve insan gücünü heba etmeye başladı ve başta Arap emirlikler olmak üzere bölgede bazı ülkeler Arabistan gibi petrol gelirlerini İslam'ı ve İslam ümmetini yok etme aracına dönüştürdü.


Son yıllarda mazlum Gazze halkı en korkunç cinayetlere ve mezalime maruz kaldı. Bugün Gazze kuşatması üzerinden 9 yıl geçiyor. Gazze şeridi 9 yıldır korsan İsrail'in tam kuşatması altındadır ve bölgede yer yer siyonistlerin Filistin milletine dayattıkları yıkımın izleri göze çarpıyor. Siyonistlerin saldırılarında Gazze şeridinde bir çok bina yıkıldı, çok sayıda kadın ve çocuk enkazın altına kalarak şehit düştü. BM raporlarına göre siyonistlerin Gazze'ye düzenledikleri saldırıların en büyük kurban kesimi çocuklardır. Bundan başka Gazze'de tüm altyapıların tahrip edilmesi, su ve elektrik ve diğer temel imkanlara ulaşılamaması, sağlık hizmetlerinin yokluğu, gıda maddeleri ve ilaç kıtlığı, bölgede yaşayan 1.5 milyon Filistinli için yaşamı katlanmaz hale getirdi.


Evet Gazze'nin durumu dehşet verici ve musibet boyutundadır ve Kudüs'ü işgal eden cani rejim İslam dünyasının gafletinden yararlanmak ve gayet tabi bölgede bazı irticai Arap rejimlerin yeşil ışık yakmasıyla beraber mazlum Filistin milletine karşı en korkunç cinayetleri işliyor. Oysa İslam dünyasının kapasitelerinden uluslararası arenalarda etkili olabilme yolunda yararlanmak gerekiyor. Kuşkusuz bu tür bir adım İslam ülkelerinin uluslararası denklemlerdeki yerini İslam dünyasının lehine değiştirebilir ve belki de bu durumda İsrail rejimi hiç bir zaman 1.5 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze şeridi adlı bölgeyi kuşatmayabilirdi.
İşte bu yüzden dünya Kudüs günü etkinliklerine katılmak ve mazlum Filistin milletini ve Kudüs'ü desteklemek ister Müslüman ister gayri müslim olsun, dünyanın tüm hür insanlarının görevidir. Dünya halkı dünya Kudüs günü yürüyüşlerine katılarak Filistin milletine reva görülen zulümlere karşı susmayacağını ve Filistin'i siyonistlerin pençesinden kurtarmak için tüm gücünü ve imkanlarını seferber edeceğini göstermesi gerekir.


Oruçlu mümin ve müslüman ümmetin mübarek Ramazan ayının son Cuma günü düzenlenen muazzam yürüyüşlere katılması aslında işgalci rejim İsrail ve hamilerine net bir mesaj içerir ki o da, dünya Müslümanlarının ortak ülküsünün sonuna kadar savunulacağıdır. Buna göre müslümanlar hiç bir zaman Filistin'in kurtuluşu da aralarında bulunduğu ülkülerinden asla el çekmeyecektir. Dünya Kudüs günü direnişçi Filistin milletine de işgalcilere karşı mücadelelerinde yalnız olmadıkları mesajını verir.

İmam Humeyni'nin –ks– insiyatifi ile ilan edilen Dünya Kudüs Günü, bölgenin ve dünyanın siyasi denklemlerine yeni bir bileşen ekledi ve Filistin'in kaderi üzerinde etkili olan ülkeleri pasif konumdan kurtardı. Bu süreç Aralık 2010'de İslamî uyanış hareketinin başlamasıyla birlikte daha da somut bir şekilde kendini gösterdi ve Ortadoğu'da bölgesel ve bölge dışı aktörleri sorgulamaya başladı.

Ortadoğu bölgesi son on yılda farklı siyasi yapıları tecrübe etti. Fakat bu bölge bu süre içerisinde tecrübe ettiği yapıların ana bölümü iki kutuplu düzenin bir bileşeniydi. Bu yüzden Amerika yönetimi İran İslam inkılabının zafere kavuşmadan önce Arabistan ve İran'ın şah rejimine dayanarak İsrail'in konumu hakkında hiç bir kaygısı yoktu. Çünkü Amerika'nın bölgedeki geleneksel müttefiklerin Nicson'un çift sütunlu doktrinine göre bölgede Amerika ve İsrail'in çıkarlarını gözetlemek ve temin etmekle yükümlüydü. Ancak İran'da İslam inkılabının zafere kavuşması bir çok bölgesel ve küresel denklemi alt üst etti.


Amerika bir kaç önemli sebepten ötürü İran'da gerçekleşen İslam inkılabından kaygı duymaya başladı. İlkin İslamî İran dünyanın iki kutuplu düzenini sorgulamaya başladı. Güç dengelerini İslamî ve inkılapçı hareketlerin temelinde başta Filistin olmak üzere dünyanın mazlum ve mustazaf milletlerinin lehine değiştirmeye başladı.
Ancak Amerika'nın bu değişimden duyduğu kaygının ikinci sebebi, İran'ın inkılapçı milletlere bir model oluşturması ve bölgede despot rejimleri sorgulamasıydı. Bu durum dünya Kudüs günü ilanı gibi simgelerle bütünleşerek büyüdü ve gelişti.
Bugün bu modelleşme küresel istikbar ve siyonizmin gerçek kâbusuna dönüştüğü ve bu durumdan en çok Amerika ve korsan İsrail'in kaygılandığı anlaşılıyor. Öte yandan İslamî uyanış sürecinin hızla devam etmesi ve bölge milletlerine model oluşturması da Amerika'nın kaygılarını her geçen gün daha da belirgin hale getirdi. Bu arada Arabistan gibi aşiret rejimlerinin de bu inkılapçı hareketten korkmaya başladığı, çünkü bölgedeki eski konumlarını kaybettiklerini fark ettikleri anlaşılıyor.


Görünen o ki Suud rejimi bu akımla mücadele etmek için büyük çaba sarf etmeye başladı ve belki de böylece bölgede şekillenmekte olan yeni siyasi yapılanmaları önlemek istedi veya Amerika'nın yeni Ortadoğu projesi çerçevesinde düşündüğü yeni bir yapılanmaya uygun bir yapıyı İslamî uyanış sürecinin yerine geçirmek istedi. Amerika'nın gözetlediği bu sürecin nihai amacı ise bölgede dengeleri Amerika – İsrail lehine değiştirmektir, hatta eğer bu değişim Arabistan'ın İsrail ile aleni birlikteliği pahasına olsa bile.Bu amaç doğrultusunda Suud rejimi yetkilileri bölgede Şii Sünni gerginliklerinden İslamî uyanış hareketini saptırma ve bu hareketle mücadele yolunda nemalanmaya çalıştı. Bu politika aslında bir nevi Arabistan'ın bölgede Filistin – İsrail ekseninde Ortadoğu meselelerine yönelik stratejisi de sayılıyor ve askeri hegemonyaya dayanarak bölgesel güç dengelerinde yeni bir yapı oluşturmak istiyor.
Arabistan bu amacın doğrultusunda teröristlerin Arabistan topraklarından Irak ve Suriye'ye girmelerine yardımcı oldu ve bunun sonucunda bu iki ülkede terör eylemleri patlak verdi. Şimdi ise Riyad yöneticileri bu alanda ifa ettikleri rolün çemberini daha da genişletti ve Amerika'nın siyasi ve çok yönlü desteği ve askeri kapasitelerini harekete geçirerek Suriye'de Beşar Esad yönetimini devirmek amacıyla doğrudan tekfirci terör örgütlerini desteklemeye başladı.


Şimdi ise kendini bölgenin müdahaleci aktörü gören Arabistan müdahale çemberine Yemen topraklarını da ekledi. Ancak bu hareketlerin nihai amacı bölgede siyonist rejim İsrail karşıtı direniş hareketlerini zayıf düşürmek ve bunun karşılığında İsrail'in konumunu ve güvenlik endeksini güçlendirmektir.
Arabistan rejimi Yemen ve Bahreyn topraklarına karşı müdahaleci tutumu ile Amerika ve İsrail'e Filistin ülküsünden uzaklaşma yönünde hareket ettiğini göstermek istedi. Bu ülküden uzaklaşmakla şimdilerde karşı karşıya bulunduğu çok yönlü siyasi, iktisadi ve etnik krizlerin üstesinden gelebileceğini zannetmeye başladı.
Korsan İsrail ile Filistin meselesi üzerine uzlaşma yönünde bazı projeleri ileri sürmek ve askeri güç ve paradan Suriye ve Yemen'de devlet yapısını değiştirmeye çalışmak, Arabistan'ın korsan İsrail'in çıkarlarını güvence altına alacak yolda ilerlediğini gösteren durumlardır. Gerçekte Arabistan'ın izlediği politikaların büyük bir bölümü Batı'nın güdümünde ve bölgede İsrail için güvenli bir çember oluşturmaktır. Bu yüzden bölgedeki cari gelişmelerde Arabistan ve İsrail arasında ve tekfirci IŞİD terör örgütünü destekleme doğrultusunda bir nevi iş paylaşımı görünüyor. Öyle ki Arabistan IŞİD'in silah ve para ihtiyacını karşılıyor ve İsrail de bu örgüt için düşünce ve komuta odasının rolünü ifa ediyor.


Aslında korsan İsrail ile ilişki Arabistan için bir uçurumun kenarında hareket etmektir, ancak bu hareket bölgede siyonizm karşıtı nefret duygularının tırmanması ve bu rejime karşı duyulan kin ve nefreti Suud rejimi için işi daha zor ve daha da karmaşık hale getiriyor.
Gerçekte Riyad – Washington – Tel Aviv ekseninde oluşan bu yolda yürümenin Suud hanedanına karşı istikrarsızlık ve nefret duygusunu armağan ettiği gözleniyor. Gerçi Amerika açısından bölgede Arap rejimlerin arasında geleneksel ve aşiret yapılarına göre lider konumunda bulunan Arabistan'ın bu hareketi önemli sayılıyor. Üstelik Arabistan başta Amerika olmak üzere Batı ile işbirliği doğrultusunda adım adıyor ve hali hazırda da bölgesel düzeyde Arabistan'ın izlediği politika, halkçı yönetimlerle savaşmak ve vekâlet savaşı yürütmektir.


Bu süreç, Arabistan rejiminin bölgede İslamî uyanış hareketini ve dünya Kudüs gününü asla kabul etmediğini ve bu süreçlerden hoşnut da olmadığını ve Kudüs gününün şekillenmesini inkılapçı ayaklanmaların simgesi olarak kendi çıkarlarına aykırı gördüğünü ortaya koyuyor. Nitekim Arabistan'ın kendisinin de bizzat böyle bir ayaklanma için gereken potansiyellere sahip olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden Arabistan bölge gelişmelerinde kendini kaybeden taraf olarak görüyor ve tekfirci terörü desteklemek ve Filistin direnişini karmakla bu dengeleri kendi lehine değiştirmeye çalışıyor. Arabistan'ın Yemen'e saldırması ve bölgede tekfirci terör örgütlerini desteklemesinin aslında Riyad devlet adamları açısından bölgesel aktörlükte kaybettiği konumunu telafi etmeye yöneliktir.

Tüm bu hareketler aslında Amerika ve bu devlete bağlı Arabistan gibi rejimlerin İslam inkılabından tanımları ile örtüşüyor. İslam inkılabı İslam ahkâmından kaynaklanan mahiyeti ve hedefleri itibarıyla küresel meselelere genel bakışında stratejik bakışlara sahip bulunuyor ve bu çerçevede dünyanın çağdaş siyasi edebiyatına yepyeni ve anlamlı sözcükler ve terimler kazandırdığı anlaşılıyor. Bu sözcük ve terimlere mustazaflar ve müstekbirler gibi sözcük ve terimleri örnek vermek mümkün. Görünüşte sade gözüken bu terimler dünya çapında yeni değerlerin ve normların ihya olmasına ve küresel boyutta derin iz bırakmasına yol açtığı ve bir çok muhatabı etkilediği ve yeni davranış modellerini oluşturduğu anlaşılıyor. Bu modelleşmenin en önemli boyutlarından biri, mazlum Filistin milletinin haklarını savunma ve bu meseleyi İslam dünyasının kaderi ile bütünleştirme durumuydu.


Buna göre insani ve ilahi değerlere ve ilkelere dayanarak hazırlanan ve düzenlenen referandumla İran milleti tarafından onaylanan anayasasında siyasi İslam'ın ilerici düşüncelerine ve ilkelerine özel vurgu yapılmıştır.
İran anayasasının 154. İlkesi beşeri camianın tümünün saadetini kendi ülküsü ilan ediyor ve istiklal, özgürlük, hükümet hakkı ve adaleti de tüm beşeri camianın hakkı olarak tanıyor. Bu ilkeye göre İran başka milletlerin içişlerine her türlü müdahaleyi reddederek mustazafların müstekbirlere karşı haktalep mücadelesine destek veriyor.
Bu geniş kapsamlı bakış açısına göre gerçi Filistin meselesi Kudüs ekseninde uluslararası arenada gündeme geldi. Fakat bu hareket günümüzde mazlum milletlerin kaderinin belirlenmesinde küresel katılım doğrultusunda büyük hedeflere de vurgu yapıyor ki bu da milletlerin haklarını destekleme çerçevesinde uluslararası kapasiteleri kullanmak için fırsat yaratma anlamına gelir.
Gerçekte dünya Kudüs günü, küresel politikaların üretilmesi ve karar alınması doğrultusunda önemli bir fırsat sayılır.