Kızıldeniz’de Kanlı Satranç: Tel Aviv’in Anlamlı Sessizliği Gölgesinde BAE’nin Şüpheli Hamleleri
- Batı Asya haber
- 27 Aralık, 2025 - 15:00
Tesnim Haber Ajansı - Yemen’in güneyindeki son gelişmeler, bu ülkenin artık yalnızca bir iç savaşın ya da Suudi Arabistan ile Ensarullah arasındaki bölgesel mücadelenin sahnesi olmadığını, giderek Kızıldeniz’deki jeopolitik rekabetin kilit boğazlarından birine dönüştüğünü göstermektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin açık desteğiyle Güney Geçiş Konseyi’nin ortaya çıkması ve güç kazanması, Riyad–Abu Dabi ittifakındaki sarsıntılar ve aynı zamanda İsrail rejimi gibi aktörlerin Yemen denkleminde örtülü biçimde artan nüfuzu, gözlemcilerin önüne bu ülkenin geleceğine dair karmaşık bir tablo koymaktadır; bu gelecek, Yemen sınırlarının ötesine geçen, hatta Batı Asya bölgesinin güvenliğini dahi etkileyebilecek sonuçlar barındırmaktadır.
Yemen’in Güneyi: Batı Asya’nın Jeopolitik Mücadele Arenası
Yemen uzun yıllardır insani ve güvenlik krizlerinin odağında yer almaktadır; ancak son yıllarda ülkenin güneyinde yaşananlar, krizin mahiyetinde bir değişime işaret etmektedir. Abu Dabi’nin desteğiyle Güney Yemen Geçiş Konseyi’nin (STC) kurulması ve Aden’in bazı bölümleri ile güney kıyılarının fiilî kontrolünü ele geçirmesi, Yemen savaşında yeni bir denklem oluşturmuştur. Güney Yemen’in tarihsel ayrılıkçı akımlarına dayanan bu konsey, bugün yalnızca yerel bir aktör değil, aynı zamanda özellikle Emirlik yöneticilerinin hırslarını ilerletmek amacıyla bölgesel güç rekabetinde kullanılan jeopolitik bir araca dönüşmüştür.
Bu arada, Ensarullah karşıtı koalisyonun iki ana sütunu olan Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki derinleşen ayrılık, bu iki ülkenin Yemen’deki hedeflerinin en azından görünürde artık tam bir örtüşme içinde olmadığını göstermektedir. Bu bağlamda önemli bir soru gündeme gelmektedir: “Yemen’in güneyi, Emirlikler ile İsrail’in çıkarlarını birbirine bağlayan bir halka ve Ensarullah ile direniş ekseni üzerinde dolaylı baskı kurmaya yönelik bir platforma dönüşebilir mi?”
Güney Geçiş Konseyi ve Riyad–Abu Dabi İttifakındaki Sarsıntı
Güney Geçiş Konseyi, 2017 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’nin açık desteğiyle kuruldu ve kısa sürede Yemen’in güneyindeki kilit bölgelerde, özellikle de Sana’daki merkezi yönetime muhaliflerin geçici başkenti olan Aden’de nüfuzunu genişletmeyi başardı. Bu konsey, özerklik ya da hatta bağımsız Güney Yemen’in yeniden ihyasını talep etmektedir; bu hedef ise Suudi Arabistan’ın stratejisiyle doğrudan çelişmektedir.
Suudi Arabistan, Riyad’la uyumlu bir yönetime sahip, ancak zayıf ve güney sınırları için tehdit oluşturmayan bütünleşmiş bir Yemen arayışındadır. Buna karşılık Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen’in limanlarını, deniz ulaşım hatlarını ve stratejik kıyılarını kontrol etmeye odaklanmış; bağlı yarı-devlet yapıları oluşturarak uzun vadeli nüfuzunu pekiştirmeyi tercih etmiştir. Emirlikler’in Güney Geçiş Konseyi’ne verdiği destek tam olarak bu çerçevede anlaşılmaktadır.
Bu doğrultuda, son günlerde Suudi Arabistan’a bağlı güçlerle Güney Geçiş Konseyi’ne yakın unsurlar arasında doğrudan ya da dolaylı çatışmalar yaşandığına dair haberler yayımlanmıştır. Bu durum, söz konusu stratejik ayrışmanın bir göstergesi olup, Yemen’deki Arap koalisyonunun geleceğini ciddi bir belirsizlikle karşı karşıya bırakmaktadır.
İsrail; Gizli Bir Aktör, Ancak Aktif Bir Gözlemci
Bu çerçevede İsrail, şimdilik gizli bir aktör konumundadır; Yemen sahasında açık bir güç olarak yer almamakla birlikte, kuşkusuz aktif ve çıkar sahibi bir gözlemcidir. Tel Aviv açısından Kızıldeniz ve Babü’l-Mendeb Boğazı hayati öneme sahiptir; zira bu güzergâhın güvenliğinde yaşanacak herhangi bir aksama, bu rejimin ticaretini, enerji akışını ve deniz güvenliğini doğrudan etkileyebilir.
Ensarullah’ın gemileri hedef alma kapasitesi ve deniz yollarını tehdit edebilme kabiliyeti, İsrail için yeni bir güvenlik meydan okumasına dönüşmüştür. Bu koşullar altında, Yemen’in güneyinde Ensarullah’a rakip bir gücün ortaya çıkması Tel Aviv açısından cazip bir seçenek olarak değerlendirilmektedir.
Bununla birlikte İsrail, şimdilik gölgede kalmayı tercih etmektedir. Bu rejimin başka bölgelerdeki (Irak Kürdistanı gibi) deneyimleri, Tel Aviv’in çoğu zaman “dolaylı nüfuz” modelini benimsediğini göstermektedir; yani resmî ya da açık bir varlık sergilemeden, bölgesel müttefikler aracılığıyla güvenlik, istihbarat ve teknoloji alanlarında iş birliği yürütmektedir.
BAE; Açık ve Gizli Bağlantı Halkası
Bu noktada Birleşik Arap Emirlikleri’nin rolü öne çıkmaktadır. Abu Dabi, hem İsrail ile açık ve yakın ilişkilere sahip olan hem de Güney Geçiş Konseyi üzerinde derin ve doğrudan nüfuz kurabilen tek aktördür. Bu özgün konum, BAE’yi Güney Geçiş Konseyi ile Tel Aviv arasında potansiyel bir bağlantı halkasına dönüştürmektedir.
Emirlikler, normalleşme anlaşmalarının ardından İsrail ile güvenlik, istihbarat, denizcilik ve gözetim teknolojileri alanlarında kapsamlı iş birlikleri başlatmıştır. Bilgi, ekipman veya istihbaratın dolaylı aktarımı bu iş birliklerinin bir parçası olabilir. Benzer modeller daha önce Afrika Boynuzu’nda ya da Kızıldeniz’in bazı kıyı bölgelerinde de gözlemlenmiştir.
Bu bağlamda Güney Geçiş Konseyi, Ensarullah üzerinde dolaylı baskı kurmaya yönelik bir araca dönüşebilir; Tel Aviv’in doğrudan sahaya girmeden, Yemen’deki akışkan gelişmeler zemininde—özellikle Gazze’ye destek mücadelesinde belirgin bir rol üstlenen bu sahada—İsrail’in güvenlik çıkarlarının bir bölümünü temin etmesine imkân sağlayabilecek bir baskı mekanizması söz konusu olabilir.
Yemen’in Güneyinin Bölünmesi Senaryosu: Fırsat mı, Kriz mi?
Son haftalarda gündeme gelen ciddi, ancak acil olmayan senaryolardan biri, Yemen’in güneyinin fiilî olarak bölünmesidir. Böyle bir senaryonun gerçekleşmesi; merkezi hükümetin tamamen zayıflatılmasını, Güney Geçiş Konseyi’nin iktidarını pekiştirmesini ve özellikle BAE başta olmak üzere kalıcı bölgesel desteğin sağlanmasını gerektirmektedir. Suudi Arabistan şu ana kadar bu yönde bir sürece eşlik etmemiştir; ancak anlaşmazlıkların sürmesi, Riyad’ın manevra kabiliyetini azaltabilir.
İsrail açısından bakıldığında, Yemen’in güneyinde küçük, kıyı şeridine sahip ve bağımlı bir devletin ortaya çıkması stratejik bir fırsat olarak görülebilir: Ensarullah’ın güney cephesinden tehdit edilmesi, Babü’l-Mendeb’de deniz taşımacılığı üzerindeki baskının azaltılması ve Kızıldeniz’de yeni bir güvenlik derinliği oluşturulması. Ancak bu senaryo aynı zamanda ciddi riskler de barındırmaktadır. Yemen’in bölünmesi, bu ülkeyi kalıcı bir vekâlet savaşları alanına dönüştürebilir; bu durum ise yalnızca bölgesel istikrarı değil, küresel enerji güvenliğini ve ticareti de tehdit eder.
Ensarullah ve Bölge Açısından Sonuçlar
Ensarullah için Yemen’in güneyinde düşmanca bir yapının kalıcı hâle gelmesi, çok boyutlu bir tehditle karşı karşıya kalmak anlamına gelmektedir. Böyle bir durum, çatışmaların kapsamını genişletebilir ve hatta gerilimin bölgesel sulara taşınmasına yol açabilir. Bununla birlikte tecrübe göstermiştir ki Ensarullah, asimetrik baskılar karşısında geri çekilmekten ziyade, caydırıcılık kapasitesini tahkim etme yönünde hareket etmektedir.
Gerçekte, Güney Geçiş Konseyi’nin Yemen’de iktidarını pekiştirmesinin direniş ekseni açısından en temel tehdidi, Siyonist rejimin Yemen’in iç dengelerine dâhil olması ve bu bölgenin İsrail için bir istihbarat ve gözetleme üssüne dönüştürülmesi ihtimalidir.
Bu gelişmeler, Yemen’i bir iç kriz olmaktan çıkararak uluslararası bir güvenlik düğümüne dönüştürebilir; öyle bir düğüm ki, Kızıldeniz’in iç içe geçmiş denklemlerine daha fazla bölge dışı aktörün dâhil olmasına dahi zemin hazırlayabilir.
Yemen’in güneyindeki gelişmeler, bu ülkenin güç mücadelesinde yeni bir aşamaya girdiğini göstermektedir. Güney Geçiş Konseyi, Suudi Arabistan ile BAE arasındaki ayrışma ve İsrail’in gizli ama anlamlı rolü, Yemen’in jeopolitiğinde yaşanan dönüşüme işaret etmektedir. İsrail şimdilik gölgede kalmayı tercih etse de, Güney Geçiş Konseyi ile Tel Aviv’le yakın ilişkileri bulunan Emirlikler, bağlantı halkası rolünü üstlenebilecek bir konumdadır.
Sonuç olarak, Yemen artık yalnızca bir iç çatışma alanı ya da Arap rekabetinin sahnesi değildir; aksine Kızıldeniz’in güvenlik satrancında kritik bir sayfaya dönüşmüştür. Bu sayfada yapılacak her yanlış hamle, Aden ve Sana’yı aşan sonuçlar doğurabilir ve Batı Asya’nın tamamını etkisi altına alabilir.